paçavra

İnsana ait tüm güzel duyguların bir sınırı vardır. Sevgi, nefrete doğru ilerlemeye meyillidir; nefrete dönüşmek ister. Nefret duygusu, sevginin özgürlüğe ulaşmış halidir. Duygularınızın özgürlüğünü kısıtladığınızda ise, acı çekmeye başlarsınız. Bu acının 'sevgi uğruna fedakârlık' olduğuna inanarak kendinizi kandırırsınız; oysa bu, duygularınızın özgürlük istencine engel olmanızdan kaynaklanan bir reflekstir. Bir anlamda diyebilirim ki; acı, özgürlüğe kavuşmamış 'güzel' duyguların protestosudur.


'Güzel' duygular, içinde iyi niyet barındıran duygulardır; insana ve insanlığa beslenen her türlü iyi niyetli duygunun cezası vardır. Bu cezayı göze alma derecesine göre ahlaklı olduğunuza inanırsınız. Bu çok aptalca! İyi niyetiniz, ahlak değerinizi belirleyen bir unsur değildir. Bu daha çok sizin 'aptallık' derecenizi belirler.

Her insan, özünde kötüdür. Kötülük, insan doğasının özüdür, mayasıdır. Şimdi bu noktada iyi-kötü ile çirkin-güzel zıtlıklarını ayırmak durumundayım. İnsan, özünde 'kötü' bir tasarım olsa da, aynı zamanda içinde 'güzel' duygular da yaşatabilen bir tasarımdır. Güzel duygular besleyerek kendi içsel yapısındaki kötülüğü dengede tutmaya çalışan zavallı bir tasarım. Ne var ki özgürlük hali, ruh için kaçınılmazdır. İstisnalar, buna ömrümüzün yetmediği durumlardır.

Sevgiyi ele alalım. Dillerde paçavra olmuş en popüler duygudur. Elbette ki sınırı vardır. Sevgiden nefrete doğru uzanan yolda bazı ara durumlar vardır; bunlar, nefret duygusunun fragmanıdır.

Umursamazlık. Bu bir duygu değildir. Zaten sevgi ve nefret arasındaki hiçbir ara form, bir duygu ifade etmez. Umursamazlık, bir tavırdır; hatta daha çok bir işaret, bir sinyal.

"Seni seviyorum."

Bunu duymak, birçoğunuz için harika bir duygu enjeksiyonudur. Bu enjeksiyondan 'güzel' anlamlar çıkarmayı seversiniz. Evet, işte tam olarak bundan bahsediyorum; sevdiğiniz şey, bir insan değildir. "Seni seviyorum" dediğiniz insanı değil, kendi duygularınızdan 'güzel' anlamlar çıkarmış olmayı seversiniz aslında. Bu sevgi, İçinde umursamazlığı da barındırır.

"Ben harika bir insanım, çünkü sevebiliyorum."

Bu bir kendi kendini aldatma eylemidir. Bu bir sanrıdır. Bu sanrı, ruhunuzdaki kötülüğü dengede tutacaktır. Kendi özündeki kötülüğün farkındalığına ulaşamayan, kötülükle harmanlanmış bir tasarım olduğunu kabul etmek istemeyen zavallı ruhlar, sevgi ile teselli bulurlar.

Şunun altını çizmek isterim ki, burada 'sevgi' kavramını küçümsemiyor, aşağılamıyorum. Sevmek, onursuz ve çirkin bir eylem değildir. Her seferinde tahmin ettiğim gibi sonuçlansa da, halen icra ettiğim bir duygudur. Onu dışlamıyorum; bana acı verdiğini bile bile sahipleniyorum, besleyip büyütüyorum. Zira acı çekmek, benim için sadece faydalı değil, aynı zamanda zorunlu bir eylem. Ama burada acı çekmenin erdeminden bahsetmeyeceğim. Konu bu değil.

Sınırlardan bahsetmiştim. Hayatınıza sonradan giren her insan için sevginin bir sınırı vardır. Bu 'hayatınıza sonradan giren' insanları özellikle ayırıyorum; zira burada bahsettiğim sevgi kavramı, ebeveyn sevgisinden net bir çizgiyle ayrılır. Ebeveyn sevgisi hakkında daha derin tespitlerim var; buradaki konunun içeriğini bozmak istemiyorum.

"Seni seviyorum" sözünün geçersiz ve içi boş bir duyguyu ifade ettiğini kanıtlayan belli bir zaman dilimi vardır. Bu zaman dilimi, sevginin sınırlarını belirler. Sizi sevdiğini söyleyen her insanın bir tahammül sınırı vardır; kimse koşulsuz-şartsız sevemez. Bunu yapay bir umursamazlık haliyle test edebilirsiniz. Bir süre sonra sizden vazgeçecek, başka sevgilere yelken açacaktır. Bunu hepiniz yapıyorsunuz.

"Kendini sev."

Bu sözü hep yanlış anladınız. Bu yüzden yelkenleriniz hep açık olacak. Sevgiyi başka limanlarda aramaya devam edeceksiniz. Ömrünüz, oradan oraya paçavra gibi sürüklenip durmakla geçecek.

Tıpkı benim gibi.