siyaset toplumun kâtilidir

Toplum gitgide kendisini ‘evet’ ile ‘hayır’ arasında mutlak ve keskin bir seçim yapmak zorunda hissetmeye başladı. Kendi seçimine körü körüne tapma yönelimi, toplumdan bireye, bireyden topluma bulaşan bir virüs haline geldi. Siyasetin tamamen insanlığın aleyhine çalışan, şeytani bir düzenden başka birşey olmadığını anlamak ve anlatmak zorlaştı. Televizyonlar, ibadethaneye dönüştü; insanların mistik değerlerinin şifreleri değiştirildi ve toplumsal ego, bireysel refahın yegane anahtarı gibi empoze edilerek ruhlar kirletildi. Halk avcılarının vicdan suçları meşrulaştı, eskiden ‘öcü’ olanlar ilahlaşırken, eskiden kutsal görülenler öcüleştirildi.

İnsanın özü kirlendi! Ahlak kavramının tanımı yenilendi ve buna ‘reformize etmek’ denildi. Paraya ve silaha olan aşk, aşkın da nefretin de tanımını değiştirdi. ‘Beni desteklemeyen benim düşmanımdır’ bilinci egemen oldu ve toplum kendine ‘sahte dostlar’ edindi. Taraf olmak zorunda hissetmemiz sağlandı, taraf olmayan dışlandı.

Yüzdelerle, salt çoğunlukla, diplomatik esaslarla, siyasi matematiksel algoritmalarla alınan kararlar, ‘halkın kararı’ değilken kimse bunu sorgulamadı. Sorgulayanlara boyun eğdirildi.

İnsan, kendi kendini kirletti. Toplum, kendi kendini öldürdü. Silah olarak siyaseti kullandı ve kendi silahıyla kendi ruhunu teslim etti. Çeşitli platformlarda ne kadar konuşursanız konuşun, ne kadar yanlışı doğruyu anlatmaya çalışırsanız çalışın, toplum budur. Malzemesi budur. Siyasetin, meclislerin, devlet adamlarının insanlığa hizmet ettiği yalanına böylesi büyük bir körlükle inanmaya devam edildiği sürece, bu tarihi çelişkilerin, bu toplumsal kanamışlığın, bu zavallı çaresizliğin, bu problemlerin sonu gelmez.

Sonu gelecek olan, bu milletin egemenliğidir.

Çünkü mesele ‘seçmek’ değil!..