Bu kara
blogda yaklaşık iki yıldır yazmıyorum. Bunun başlıca sebebi, yazılarımda
belirttiğim keskin yargıların birçoğunda yanılmış olduğum gerçeği. Sosyal
medyada beni takip eden herkes bilir ki sıkıcı ve antipatik bir üslupla onu
bunu eleştirir, sert ve kendinden emin yargılarda bulunurum. Burada çizdiğim
“Aylak Filozof” kimliği, kendi tabiatım hakkında ufak tefek ipuçları verse de
büyük derecede benden bağımsız bir karakter. Bu karakter bana daha kapsamlı ve
yaratıcı bir bakış açısı kazandırdığı için yazılarıma “sanal özne” olmaya devam
ediyor.
Burada
şimdiye kadar genellikle karamsar ve öfkeli yargılarda bulundum. Yalnızlığı
övüyordum çünkü insan olmanın özündeki algıyı yanlış yorumluyor ve herkesin
hayatına kapalı bir anlayışla yaklaşıp kendi penceremden dünyayı seyrediyordum.
Yalnızlığı gerçekten tanımlamak için sokağa çıkıp “insanların arasına karışmak”
gerekiyormuş. Aşkı ve sevgiyi kötülüyordum çünkü hayatımda bana aşkın özünü hem
bakışlarıyla hem de eylemleriyle anlatan kadın hayatıma henüz girmemişti. Ona
ulaşmak için feminen travmalarla dolu bir dizi psikolojik şiddete maruz kalmam
gerekiyormuş. Ne var ki toplumla ilgili fikirlerimin hemen hiçbiri değişmedi bu
süreçte. Benim geçirdiğim dönem, daha çok bireysel bir devrim içeriyordu.
Bireysel devrim iyi bir şeydir bu arada. Halkların devrimi gibi kısır döngü
içermez. Her neyse.
Bu süre
zarfında hem psikoloji bilimi üzerine bilgimi genişlettim, hem de insanları
izlemeye daha fazla vakit ayırdım. İnsanlar –benim de iki yıl öncesine kadar
yaptığım gibi- konuşmayı çok sevdiği için hayatın bazı gerçeklerinden mahrum
kalıyorlar. Peki insan neden yargıda bulunmak ister?
Zerdüşt
gibi yalnızlık sığınağından çıkıp insanların arasına karışmanın elbette bazı
zorlukları var. Sizin hakkınızda bazen yüzünüze karşı, bazen arkanızdan
konuşan; karakter özelliklerinizle ilgili olumlu ya da olumsuz atıp tutan
insanlar mutlaka bulunur. Öncelikle mizah anlayışınız zayıf olmayacak. Bu sizi
güçlü kılar. Olayları kafanızda sentezlerken mizahî bir filtreden de
geçirmelisiniz. Bu tıpkı Aylak Filozof’un kazandırdığı gibi farklı bir bakış
açısı daha kazandırır. Karşınızdaki insanın gözünden dünyaya bakabilme gücü,
onun anlayacağı dilden konuşmak için seviyenizi ayarlamanıza yardımcı olur.
Kendi özünüzün farkındalığı ise kontrolü sağlayarak zihninizin dinginliğini ve
akıcılığını korur.
Herhangi
bir insanın benim karakter özelliklerim hakkındaki yorumunu ele alırken yargıda
bulunan kişide üç farklı şeye dikkat ederim:
1.
Söz konusu yargıyı psikolojik argümanlarla temellendirebiliyor mu?
2.
Kaç farklı ortamda bulunmuş ve insanların arasına ne kadar karışmış?
3.
Beni ne kadar iyi tanıyor?
Aslında üç
madde de birbiriyle bağıntılı. Biri hakkında karakteristik özellikler
bakımından konuşacaksam, bunu psikolojiden destek alarak yapmalıyım ki zihnimde
tasarladığım kavramlar ve sanılar gerçek dünyaya aktarırken bilimsel geçerlilik
kazanabilsin. Aksi halde yaptığım şey, içi boş ve bir yığın bence'den başka bir
şey olmaz. Bir kişiyi tanıdığımı söylüyorsam, onun geçmişten bugüne kadar
geçirdiği duygusal ve sosyal değişime tanıklık etmem gerekir. Ona özgü
'toplumdaki ben' ve 'bendeki toplum' kavramlarına hakim olmam gerekir. Ayrıca
farklı insanların farklı hikayelerini dinlemiş, farklı perspektiflerden
bakabilme yeteneğimi güçlendirmiş olmam gerekir. Bunların dışında zihinsel
yetkinlik de son derece önemli. Kişinin rutin zorlukların dışına çıkmadan belli
insanlarla tek tip ve hijyenik bir yaşam sürüyor olması, kendi hayatına yetkin
olmadığı anlamına gelir. Henüz kendi hayatına dahi yetkin olamamış birinin
başkalarının karakter analizini yapma konusunda yetkin olması da söz konusu
değildir. Çevrenizde kişisel hayallerine ulaşmış, mutlu ve huzurlu görünen üst
tabakadan insanların bile birilerini eleştirmeye ve aşağılamaya çalıştığına
tanık olmuşsunuzdur. İşte bunun da kökeninde aynı yetkinlik problemi var. Bunun
yanında tatmin olamayan hırslarla, hasetle ve nevrotik bozukluklarla dolu bir
yaşam da söz konusudur. Böyle kişiler, hayatta ne kadar başarı elde etseler de
kendilerini her zaman mağlup hissedecek ve aşağılık kompleksiyle birilerini
eleştirme ihtiyacı duyacaklardır.
Bir de
paylaşma istenci var. Doğruluğundan emin olmadığınız şeyi paylaşma ihtiyacı
hissedersiniz. Oysa bir kişi hakkındaki bence'lerinizi bilimsel metodlarla
temellendirip gerçek bir fikir sahibi olursanız, vardığınız sonucu söz konusu
kişiyle paylaşma istenciniz de otomatik olarak ortadan kalkacaktır. Kötü
olduğunu kendinize ispatladığınız insanları hayatınızdan çıkarırken söz konusu
kişilere onları kötü yapan etmenleri açıklamak durumunda değilsiniz. Yani basit
bir söyleyişle; kişiler hakkındaki negatif fikirlerinizi paylaşma istenciniz,
gerekçelerinizden emin olmadığınızı gösterir.
Tek tek
kişiler hakkındaki yorumlarınız, aslında daha çok sizin zekanız ve karakteriniz
hakkında ipuçları içeriyor. Birilerini kendi üslubunuzla, kendi
yöntemlerinizle, kendi aklınızca yargılarken içinde bulunduğunuz ruh halini ele
veriyorsunuz. Kişiler hakkındaki eleştirileriniz, korkularınıza, bastırılmış
arzularınıza ve komplekslerinize gizlenmiş öfkenin sözcüklere dökülmüş halinden
başka bir şey değil.